Geçen yine Mira’yla bir hafta sonumuzu masal gibi geçirelim demiştik ama bu kadar masalsı karelerin çıkıcağını düşünmedik 🙂
Kalabalıklarda yalnız kalabileceğim yerleri keşfetmeyi seviyorum, geçirdiğim zaman durmasa bile o kadar doya doya geçiyor ki ağır çekimde yaşıyormuş gibi hissediyorum.. Eğer vaktinizi kaliteli yaşarsanız şööle tadına vara vara, hem zamanı üçe dörde katlamış olursunuz hem de sonrasında o gün çektiğiniz bir fotoğrafa bakarken, o an neler hissettiğinizi çok daha net hatırlarsınız 🙂
Blog için fotoğrafları çoğalttığımdan beri, istediğim zaman geri dönüp bakabilme lüksünden dolayı mıdır bilmiyorum hatıralarımız hep dün gibi aklımda.. Arada geri dönüp dönüp okuduklarım çok oluyo “aa bunu ben mi yazmışım” dediklerim 🙂 “yaa o gün de ne güzel geçmişti”, “şuraya tekrar gidiim” dediklerim.. Geçmiş o zaman insana masal diyarı gibi geliyor.. İyisiyle, kötüsüyle yaşanan anlardan ibaret.. Bizden ibaret.. Geri dönüp baktığımda hissettiklerim, hatırladıklarım hep iyi olan hatıralar. Hiç mi kötü anılarım yok? Koca bi hayır.. Ama iyi olanlar kalırmış zaten geriye.. Fotoğraflarda hep güldüğümüz için mi acaba ?? Yoksa beynimiz kötü anılarımızı sildiği ve iyi olanları hatırlattığı için mi?? Ayrılıklar da bile, kötü şeyler yaşanmışsa ve suçlu olan taraftan siz ayrıldıysanız aradan geçen süre de onun yaptığı kötü şeyleri, anıları diil iyi olanları hatırlatırmış beynimiz.. Bu kendi kendimize oynadığımız bi oyun mu yoksa beynimiz böyle mi dizayn edildi?? Yoksa zamana mı yenik düşüyoruz? Acılarımızı azaltan, unutturan, yerine yenilikler getiren zamanın oynadığı bi oyun mu bu ?
Keşke gerçekte o ‘an’ da yaşarken dışardan kendi hallerimize bakabilsek.. Aslında ne kadar kıymetli olduğunu o ‘an’ anlayabilsek..Fotoğraflara bakıp “aa o günde çok iyiymiş” demek yerine.. Beynimizin, hafızamızın en derinliklerine kadar her anımızı yazabilsek büyük puntolarla, istediğimiz uzunlukta.. Ne de olsa sınır yok 😉 En iyisi şu lafı aklımızdan çıkarmamak.. ‘Sonradan ne güzeldi diceksin bak, tadını çıkar’..
İnsanoğlu sıkılgan bi varlık kabul edelim ve sürekli şikayet durumunda eşinden, işinden, üniversiteden, arabasından.. (her zaman olmasa da genel olarak böyle) Ne zamanki eşinden ayrılıyo, işi bırakıyo, mezun oluyo kısacası bulunduğu ortamı değiştiriyo sonrasında kalpte bi boşluk yerini alıyo. Belki yeni heyecanlardan, yeni insanlardan, endişelerden, tedirginliklerden bunu farketmiyoruz kimi zaman ama o boşluk koca bir özleme bırakıyor kendini.. İşte onlar şikayet ettiğimiz ama sonradan özliceğimiz, yad ediceğimiz alışkanlıklarımız..O alışkanlıkların verdiği aidiyet belki de. Okula giderken çektiğin işkenceyi unuturcasına ‘Ne güzel simit-çay keyfi yapardık ders başlamadan’ demelerin, işteki stresini bi kenara bırakıp verdiğin kahve molaları ya da yaktığın barış çubukları 🙂 Çok tanıdık diil mi?? Bunlar belki de işteyken rutine bindiği için yapmaktan sıkıldığın birer alışkanlık ama sonrasında çok özliceksiniz.. Alışkanlıklarınızın farkına varın, değerini, güzelliğini keşfedin. Söylemesi kolay ama uygulaması zor.. Ot Dergisi’nden Başak Buğday yazmış “İnsan yanındakinin kıymetini bilmiyor, çünkü gözün gönle ihanetidir alışmak”
‘An’ larımızın hepsi birer masal olurken, herkes kendi masalının sonunu kendince mutlu bitirsin 🙂 “nasıl” ı kimseyi ilgilendirmez çünkü..
PS: Ben bu yazıyı yazdıktan sonraki gün okumakta olduğum ‘Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar’ -Arthur Schopenhauer kitabında aşağıdaki satırlar yer alıyordu…Benim anlatmak istediklerime çok daha profesyonel bi yaklaşım tabi 🙂 paylaşmak istedim..
‘Yaşam bilgeliğinin önemli bir noktası, biri diğerine zarar vermesin diye dikkatimizi biraz bugüne biraz da geleceğe yöneltişimiz arasındaki orantının doğruluğuna dayanır. Çoğu kimse, fazlasıyla bugünde yaşar, bunlar düşüncesizlerdir; bazıları da fazlasıyla gelecekte yaşarlar, bunlar da korkaklar ve endişelilerdir. Bir kimsenin doğru ölçüyü tutturduğu ender görülür. Çabalama ve umut etme yoluyla, yalnızca gelecekte yaşayanlar, hep ileriye bakanlar ve her şeyden önce hakiki mutluluğu getirecekleri düşünülen gelecek olaylar karşısında sabırsızlıkla acele edenler, ama bu arada bugüne dikkat etmeyen ve onu tatmadan geçip gitmesine izin verenler, çok kurnaz çehrelerine karşın, İtalya’daki, kafalarına bağlanmış bir sopaya bir demet ot asılan ve bu yüzden hep önlerine bakan ve bu ot demetine ulaşmayı umut ederek adımlarını sıklaştıran eşeklere benzerler. Çünkü, sürekli sadece anlık yaşamakla, bütün yaşamları konusunda- ölünceye dek- kendi kendilerini aldatırlar: Yani planlarla ve kaygılarla, sadece ve sonsuza dek gelecekle meşgul olmak yerine ya da kendimizi geçmişe özleme adamak yerine, tek gerçeğin ve tek kesin olanın bugün olduğunu asla unutmamalıyız; buna karşılık gelecek hemen hemen her zaman onu tasarladığımızdan başka türlüdür; geçmiş de başka türlüydü; ve her ikisinin de bir bütün olarak, bizim zannettiğimizle çok az ilgisi vardır. çünkü nesneleri gözde küçülten uzaklık, onları düşüncede büyütür. Biricik doğru ve gerçek olan şimdiki zamandır: Bu, gerçek olarak doldurulan zamandır ve varoluşumuz sadece bu zamanda yer alır. Bu yüzden bu zamam daima neşeli bir karşılamaya değer görmeli ve bunun sonucunda katlanılır ve dolaysız aksiliklerden ya da acılardan bağımsız her saatinin tadını olduğu gibi çıkarmalı, yani onu geçmişteki yanlış umutlar hakkında surat asarak ya da gelecek için kaygılanarak berbat etmemeliyiz. Çünkü mevcut iyi bir saati kendinden uzaklaştırmak ya da geçmişe yönelik hoşnutsuzluk ya da gelecek olana yönelik kaygı yüzünden bu saati bile bile mahvetmek budalalıktır. Kaygıya ve hatta pişmanlığa da kendi zamanları ayrılmalıdır; olup biten hakkında şöyle düşünülmelidir:
Ama bizi ne kadar üzerse de, onu oluruna bırakmak isteriz
Ve bize ne kadar zor gelirse de, yüreğimizdeki sıkıntıyı dağıtırız.
ve gelecek olan hakkında da şöyle:
Ve bu tanrıların kucağında yatıyor.
Buna karşılık, bugün hakkında: Her bir günü özel bir yaşam olarak gör. Seneca ve bu biricik gerçek zamanı olabildiğince hoş kılmak gerekir. Gelecek kötülüklerden, ancak kesin olanlar ve ortaya çıkma zamam belli olanlar bizi huzursuz kılabilider. Bunların sayısı da çok azdır: Çünkü kötülükler ya sadece mümkündürler, en fazla, olasıdırlar; ya da zaten kesindirler; ancak ortaya çıkma zamanları bütünüyle belirsizdir. Bu iki tür kötülüğü düşünmeye başlarsak, artık bir saniye bile huzur içinde olamayız. Demek ki, yaşamımızın huzurunu kesin olmayan ya da belirsiz kötülüklerle bozmamak için onları hiç gelmeyeceklermiş gibi görmeye alışmalıyız; kesin olanlarında hemen gelmeyeceklerini düşünmeliyiz. Gelgelelim, korku bir kimseyi ne kadar rahat bırakırsa, arzular, hırslar ve istekler de onu o ölçüde huzursuz ederler. Goethe’nin çok sevilen şarkısı “Ben davamı hiçliğe yerleştirdim”, aslında, insanın olası tüm isteklerinden kurtulup, çıplak, yalın varoluşa geri döndüğünde, insan mutluluğunun temelini oluşturan zihinsel huzura ulaşacağını, bu yüzden şimdiki zamanın ve böylelikle tüm yaşamın keyfini çıkarmaya bakmak gerektiğini anlatır. Aynı amaçla, bugünkü günün yalnızca bir kez geldiğini ve bir daha asla gelmeyeceğini sürekli aklımızda bulundurmalıyız. Oysa bugünün, yarın yeniden geleceği kuruntusuna kapılırız: Ne var ki yarın bir başka gündür ve o da yalnızca bir kez gelir. Ama her günün, yaşamın bütünleyici ve bu yüzden yeri doldurulamaz bir parçası olduğunu unuturuz ve daha çok, yaşamın içinde, bir günün, bireyin tümel kavramda içerildiği gibi içerildiğini düşünürüz. Hastalıklarda ya da kederlerde, belleğimizin acısız ve yoksunluksuz saatleri sonsuz derecede kıskanılmaya değer bir şey olarak, yitik bir cennet olarak, unutulmuş bir dost olarak özlediğinin bilincini iyi ve sağlıklı günlerde de korursak, şimdiki zamanın değerini daha iyi anlar ve onu daha iyi yaşarız. Ama güzel günlerimizi, onların farkında olmadan yaşarız: Ancak kötü günler geri geldiğinde, güzel günleri yeniden isteriz. Binlerce neşeli, hoş saati, asık suratla, tadını çıkarmadan geçiririz ve daha sonra, sıkıntılı zamanlarımızda,boşuna bir özlemle o günleri ararız. Bunun yerine, katlanılabilir olan her şimdiki anın ve geçip gitmesine kayıtsızca göz yumduğumuz ve üstelik bir de sabırsızca ertelediğimiz gündelik olayların bile değerini bilmeli, tam da şimdiki anı, geçmişin sahnesine geçtiği bu andan itibaren, ölümsüzlüğün ışığıyla ışıldayarak bellek tarafından korunacağını ve günün birinde, özellikle kötü bir zamanda, belleğin perdeyi araladığı sırada, en candan özlemimizin nesnesi olarak ortaya çıkacağını hiç unutmamalıyız.’ (s.125)
Sevgiyle kalın, Burcu Özcan